Monday, March 18, 2013

nyepi: Bali'de yeni yıl - 2


Nyepi kutlamalarında beni çok etkileyen iki şey var. Bizler genelde kutlamalarda bizi kendimizden uzaklaştıracak şeyler yaparız. Kutlama öncesinde ne giydiğimiz, nerede olacağımız, ne hediye alacağımız gibi konulara o kadar çok düşünce harcarız ki yeni yılın bize özel anlamını değerlendirecek vaktimiz olmaz. Hele kutlama anında değil farkında olmak, “aman yılda bir gün” diyerek bilincimizi yitirecek kadar içeriz. Ve bu kabul edilebilir bir durumdur, çünkü yeni yıl bir kutlamadır, kutlamalarda insanların kendini kaybetmesini nedense anlayışla karşılarız. Haftalar önceden hazırlanmaya başladığımız bu kutlamayı, özellikle de o andaki hislerini, duyumlarını ertesi gün sorsanız hatırlayacak az kişi vardır.

cocuklar mini ogoh-ogoh'larını törene taşırken
Oysa Nyepi 24 saati kişinin kendisini, yaptıklarını, yapmak istediklerini düşünmesini, değerlendirmesini sağlayacak bir kutlama. O gün sadece siz varsınız. Ve eğer kendisiyle bir saat bile duramayan, her an bir şey yapması, planlaması, dışarıda olması, her dakika twitter’ı kontrol etmesi gereken kişilerdenseniz işte o zaman Nyepi günü gerçek anlamda kendi şeytanlarınızla yüzleşiyorsunuz.

Bali’de yaşayan yabancıların bir kısmı bu günü dört gözle beklerken bir kısmı da haftalar öncesinden kaçış planları yaparlar. Civar adalardaki otel fiyatları katlanır, yine de her yer tamamen dolar. O 24 saati evlerinde kendi başlarına geçirmemek için insanlar havaalanı kalabalıklarını, uçak yolculuklarını, yüzlerce dolarlık harcamaları ve bununla gelen tüm yorgunluğu göze alırlar.

Nedir bizi kendimizden bu kadar uzaklaştıran?
Sanırım çoğu insan bir kere durup kendi içine bakarsa göreceği şeylerden hiç hoşlanmayacağını (bilinç seviyesinde olmasa da) biliyor. Yıllarca göz ardı ettiği, bastırıp kendi içine tıkıştırdığı şeylerin kapağını bir kez açarsa tekrar kapatamayacağı korkusuyla bir durup kendi içine bakmayı hep erteliyor. Bu ertelemeyi haklı görebilmek adına da hep yeni meşguliyetler yaratıyor kendine. Hep gitmemiz gereke bir yerler, yapmamız gereken bir şeyler var. Bunların hiçbirinin olmadığı “korkunç” durumlara ise depresyon etiketi yapıştırıp bu sefer tek başımıza sarhoş olup bilincimizi tamamen kapatıyoruz.
Bunlar çok genellenmiş ve biraz abartılmış örnekler olabilir ama bence doğrular. Siz ne dersiniz?

çocuklar törenin başlamasını beklerken
Nyepi’de beni etkilen iki şey var demiştim, birincisi içgörüyü besleyen bir kutlama olması. İkincisi ise çocukların tüm bu sürece ne kadar çok dahil olduğu. Ogoh-ogoh töreni banjarın gençlik kolunun sorumluluğunda. Ama daha küçücük olanlar bile babalarının kucaklarında mutlaka ogoh-ogohların yapıldığı yeri görmeye gidiyorlar. 4-5 yaşındakiler kendi minik ogoh-ogohlarını yapıyorlar. Ve tören akşamı çocuklar teneke çalıp maytap atarak kötü ruhları kızdırıp yeryüzüne çekmeye çalışıyorlar. Sonra coşkuyla törene katılıyorlar, anne babalarının kucaklarının güveninde korkutucu varlıkların geçit törenini ve sonrasında (en azından birkaç yıl öncesine kadar) yakılışını izliyorlar. Ertesi gün de evlerinde olabildiğine sessiz durup şeytanları kandırmaya çalışıyorlar.

hava kararınca bambu meşaleler yakılacak ve geçit başlayacak

Bali Hinduziminde kötü de iyi kadar gerekli. Kötü tercih edilen bir varolma hali değil tabii ama kimse onun varlığını yadsımıyor. Kötü koşullarda bir yaşam, başkalarına kötülük yapmak, hatta kara büyücü olmak bile karma ile ilgili diye düşünülüyor. Herkesin de geçmiş hayatlarından getirdiği ve bu hayatta onu en çok geliştirecek kendi karmasını yaşadığı düşünülüyor.

çocuklar törenin başlamasını beklerken

Çocuklar da daha en küçük yaşlardan kötünün biraz daha karikatürize ve eğlenceli halini böyle törenlerde deneyimlemeye başlıyorlar. Kimse çocukları “aman öcü gelecek, hayalet seni kapacak” diyerek bilinmeyenden korkutmuyor. “Kötü var, şunları şunları yaparsan gelir seni bulur ama yılda bir gün biz hepsini kovalar ve yepyeni bir başlangıç yapabiliriz”  diyerek hayata hazırlıyorlar. Çocuklar hem iyiyi, hem de yılda belki bir gün de olsa kötüyü, karanlığı görerek büyüyorlar.
Ve günü geldiğinde gözlerinin içine bakarak o kötüyü ateşe verip ertesi gün yepyeni bir başlangıç yapıvermenin mümkün olduğu bir yaşamda büyüyorlar.

2 şey demiştim ama yazarken bir üçüncü çıkıverdi; Çocuklar gözün görmediğini yok saymıyorlar. Kötü ruh belki 5 duyuyla algılanabilen bir şey değil ama bu varolmadığı anlamına gelmiyor. Ve çocuklar algıladıkları kötüyü kendilerince temsil eden kuklalar yapıyorlar, hiçbir detayı esirgemeden…

herkesin ogoh-ogoh'u kendine uygun boyutta :)

Friday, March 15, 2013

nyepi: Bali'de yeni yıl - 1


12 Mart’ta Bali 1935 yılına girdi.
Ve yılın ilk gününü herkes evinde ve sessizlik içinde geçirdi, hastaneler, karakollar kapandı. Bundan önce 1934 kere olduğu gibi bu yıl da gün boyu ışık ve ateş yakılmadı, insana ve onun kullanığı aletlere, makinalara ait hiçbir ses çıkmadı.
Havaalanı her yıl olduğu gibi tamamen kapandı. Dünyada bunu yapabilen tek hava alanı Bali.

mahallenin çocukları ve ogoh-ogoh
Nyepi, Bali yeni yılının adı. Yeni yılın son günü kötü ruhları, şeytanları korkutup yer yüzünden kaçırmak için çok gösterişli, gürültülü törenler yapılıyor. Gece gündüze dönmeden herkes evine kapanıyor ve yılın ilk gününü kötü ruhlar insanların da dünyayı terk ettiğini düşünüp geri gelmesin diye mutlak bir sessizlik içinde geçiriyor. Bu yeni yıl kutlamasında beni kalbimden vuran şey ise yılın ilk günü yapılması gereken tek şeyin geçmiş yılı değerlendirmek ve meditasyon olması… Sadece yeni bir yıla değil, her yeni adıma daha derin, anlamlı ve güzel bir başlangıç olabilir mi?

Bu yıl Bali’deki üçüncü Nyepi kutlamam oldu. Daha önce bu töreni iki kere yaşadığım için bilmiş bilmiş dolanıyordum ortalıkta, heyecanlanmam sanıyordum. Ve fakat ertesi güne erzak stoklamak için dışarı çıktığımda büyük koruma törenine rastladım. Ubud’da, kralın sarayına açılan tüm yollar kapanıp tam dörtyol ağzında en kıdemli rahiplerin ve Brahmanların katılımıyla yapıldı bu tören. Brahmanlar dualarla, kadınlar çok süslü adaklarla gece kötü ruhların yeryüzüne çıkacağı saatlerde koruma istemek için iyi ruhları, evrenin koruyucularını çağırdılar. Bu töreni ben bu yıl ilk defa tesadüfen yakalayabildim. Brahmanlara en yakın olabildiğim noktada dakikalarca durup sadece dualarını dinledim. Bu kadar güçlü bir titreşimi uzun süredir hissetmemiştim. Sonra konuştuğum ve 7 yıldır Ubud’da yaşayan bir arkadaşım Nyepi öncesi günü sadece bu tören için dışarı çıktığını söyledi; Brahmanların dualarını dinleyip, koruyucu varlıkların adayı sarmalamasını hissedip evine dönermiş.
Ubud sarayın önündeki koruma töreni
Töreni izleyen Balililer

Sonrasında akşama doğru her evde maytap atarak, tenekelere vurarak, davul çalarak gürültü yapılmaya başlandı. Amaç kötü ruhları kızdırıp yer altından yer yüzüne çekmek. Her yıl olduğu gibi güneş batışına doğru da asıl ogoh-ogoh törenleri başladı.
gençler ogoh-ogoh'u tören alanına taşıyor
öğlen saatlerinde tören için tüm ogoh-ogoh'lar hazır
 Ogoh-ogoh en basit anlatımıyla devasa korkutucu bir kukla. Kötü ruhları, şeytanları ve kötülüğü sembolize ediyor. Birkaç yetişkinin rehberliğinde gençler, ve çocuklar gözden uzak bir köşede eğlenerek ve müthiş detaylı sanatsal tasarımlarla kuklalarını yapıyorlar. Ne kadar korkutucu olursa o kadar makbul. Genelde mitolojik kötü bir karakter, ya da onun güncel bir yorumu olan ogoh-ogohlar son yıllarda modernleşip dünyaya açılır hale gelmiş. Birkaç yıl önce George Bush ya da bilgisayar oyunlarındaki kötü karakterden esinlenen eden ogoh-ogohlar da yapılmış.

Bali’de her Desa (mahalleden büyük, köyden küçük bir birim) en büyük tapınağın önünde kendi geçit törenini yapıyor. Geçit töreninden de mahallenin gençlik birimi sorumlu. Her banjar (mahalle) kendi arasında bağış toplayarak 1-2 ogoh-ogoh yapıyor. Tören gecesi tüm mahalle halkı bir örnek giyinmiş olarak tören alanına gidiyor. Bu törenler Bali’lilerin kendi aralarında ne kadar mükemmel organize olabildiğinin göstergesi. Hemen herkesin bir görevi var, trafiği düzenleyenler, geçit törenini kontrol edenler, dansçılar, gamelan müzisyenleri, hatta büyük ogoh-ogohlar geçerken elektrik tellerine değmesin diye telleri bambu sopalarla kaldıranlar… Kimsenin bağırmadığı, panikle koşturmadığı, zaman tutmadığı ama her şeyin (turistlere rağmen) kusursuzca işlediği törenler oluyor.
törenin başlamasına az kala

törenin başlamasına az kala
Başlangıç saatinden asla emin olamadığımız için biz erkence gittik. Caddede yerimizi aldık, açılış törenini ardından ilk mahallenin gamelan grubu muhteşem bir müzik şöleni sundu, sonrasında banjarın ogoh-ogoh’ları geçit töreni yaptı. Benim desa’daki 5banjar (mahalle) için bu tören tekrarladı. Kimi banjlar ogoh-ogohlara ek olarak müthiş bir ateş şovu, kimileri ise dans şovu hazırlamışlardı.
Bu Bali’deki 3. yılbaşı kutlamam, ilk defa bu kadar görkemli ve uzun bir tören görmüş oldum, 3 saatten uzun sürdü. Hava karardıkça ateşler yakıldı, müzik yükseldi ve coşku artı.

Bir süre öncesine kadar her  tören futbol sahasında bitermiş ve gecenin sonunda ogoh-ogoh’ları yakarlarmış. Ancak ogoh-ogohlar detaylandıkça, kullanılan malzemeler daha kimyasal hale gelmiş ve çıkan dumanlar zehirli olduğu için artık yakma töreni ya hiç yapılmıyor ya da çok sembolik bir ateş oluyor.
geçit töreninden

geçit töreninden

geçit töreninden
Kötü ruhları önce yeryüzüne çekmiş, sonra da ogoh-ogoh töreniyle onları korkutup kaçırmış olmanın verdiği rahatlıkla gecenin sonunda herkes evlerine çekildi. Sabah 6da hala yanan ışıklar varsa kapatıldı. Ve Nyepi günü, insanların da yeryüzünü terk ettiğini düşünüp kötü ruhlar tekrar geri dönmesinler diye mutlak bir sessizlik içinde geçti. Ve bu sessizlikle birlikte insanlar bir önceki yılda neler yapıp da kötü ruhların yeryüzüne inmesine sebep oldular, önümüzdeki yıl ne yaparlarsa şeytanları tekrar davet etmezler diye derin bir tevekkülle geçti.

Son yıllarda kurallarda ve uygulamalarda biraz esnemeler olsa da Nyepi günü boyu ateş yakmak, elektrikle ilgili herhangi bir şey yapmak, dikkati tefekkürden uzaklaştıracak okumak, oyun oynamak, eğlenmek gibi aktiviteler, yüksek sesle gülmek, bağırmak yasak. Ve genelde oldukça hoşgörülü olan Bali toplumunda bu yasaklar çok ciddiye alınıyor ve uygulandığından emin olmak için sokakta banjar tarafından görevlendirilmiş bekçiler geziyor. Birisi kapıdan burnunu uzatırsa, bir evden ışık gelirse falan bekçiler gidip uyarıyorlar. Zaten kimse de o kadar hazırlık ve törenden sonra şeytanlara bizim yeryüzünde kaldığımızı fark ettiren kişi olma sorumluluğunu almak istemediği için herkes evinde sessizce oturuyor.

Nyepi gününü bir sonraki yazıda anlatacağım.

Tuesday, March 12, 2013

jogjakarta-2


Jogja’ya gitmeme günler kala Endonezyalı arkadaşlarım hazır oradayken komşularına, babalarına, arkadaşlarının çocuklarına seans verip veremeyeceğimi sormaya başladılar. Cevap sıradan bir evet ya da hayır’dan çok daha zor oldu benim için. Bir tarafta kendime verdiğim yıllardan sonra ilk defa turist tatili yapacağım sözünü bozmak istemiyordum. Diğer yandan da biliyorum ki Jogja’da başka CranioSacral terapist yok ve yardım isteyen insanları keyfi olarak geri çevirmek asla yapamayacağım bir şey. Tabii ki kabul ettim. Japon turistlik hayallerim suya düştü, ancak hayatımın en harika gezilerinden birini yapmış oldum.

Dusun otelin havuzu
Dusun otelin bahçesi
Seans isteyenlerden biri Jogja’nın en iyi butik otelinin sahibiydi. Otelde konaklama karşılığı ailesine seans verdim. Hani otele girdiğiniz an tüm personel sizin adınızı, yemek tercihlerinizi falan öğrenir ve kaldığınız sürece size otel müşterisi değil de yıllardır tanıdıklari bir arkadaş gibi davranırlar ya, işte öyle bir yerdi. Sonrasında da çalıştığım herkes bana evini açtı, yemekler pişirdi, Jogja’yla ilgili bilgler paylaştı.

Seanslar vermek bana bir yandan şehri gezerek değerlendirebileceğim birçok saati kaybettirdi ama aslında asla ulaşamayacağım insanlara ve bilgilere ulaşmamı sağladı. Seanstan sonra sofra açan, yemek yemeden ve çok şekerli çayı içmeden beni evden bırakmayan, giderken mutlaka çantama meyve tıkıştıran ve anlamamama rağmen devamlı gülümseyerek Endonezya dili konuşan teyzelerle tanıştım.
Borobudur, en alt kat giriş
Gittiğimin 2. günü Bowo da Bali’den geldi ve beni Borobudur’a götürdü. Borobudur dünyanın en büyük Budist tapınağı. Java adası Müslümanlaşmadan önceki dönemde, yaklaşık 8. yüzyılda yapılmış. Yapımı 75 yıl sürmüş ve yaklaşık 50 yıl sonra hala aktif olan Merapi yanardağının patlaması sonucu küller altında kalmış. O zamanlardaki inanışta bir tapınağın yakınında doğal felaket olursa, o tapınak lanetlenmiş sayılır ve tekrar kullanılmazmış, bu yüzden Borobudur da unutulmuş, takip eden yüzyıllardaki patlamalar tüm bölgeyi lav kumlarıyla kaplamış. “O koca gri tepenin altında” devasa bir tapınak olduğu söylentisi kuşaktan kuşağa geçmiş ama 18. yüzyılda Singapur ve civarını kolonileştirmek için gelen Sir Raffles’a kadar kimse bu rivayeti ciddiye almamış. Sir Raffles bir kazı ekibi oluşturmuş ve onun başlattığı çalışmalar sayesinde Borobudur tekrar gün ışığı görmüş.
Borobudur'un katları

Borobudur, temeli kare olan bir piramit yapısında. 19 basamaktan ve 3 temel katmandan oluşuyor. Son katman dairesel. Ve tapınağa havadan bakıldığında kusursuz geometride bir, Budist mandalası şeklinde. İlk yapıldığında Budizm ve aydınlanma yolunda ne kadar aşama kaydedildiğine göre katlara çıkılabiliniyormuş. Ve her katta o seviyeye özgü hikayelerin ve Buda öğretilerinin olduğu muhteşem taş oyma rölyefler var. Toplamda 5000den fazla rölyef varmış, ancak bir kısmı müzedeymiş.
Borobudur’un ihtişamı, mimarisi ve ancak gökyüzünden bakılıca görünen algoritmik yapısı bir yana, 5000 tane detaylı lav taşı oyma eser bir yana. Ve tüm bunların 8. yüzyılda sadece insan emeği ile 75 yılda tamamlanmış olması…
Borobudur, en üst kattaki stupalar
Borobudur, rölyeflerden biri

4. günümde ise Prambanan tapınağına gittim Prambanan da dünyada Şiva’ya adanmış en büyük tapınak. Prambanan da 9. yüzyıl civarında yapılmış, ve ilk yapıldığında 240 tapınaktan oluşan bir kompleksmiş. Fakat zamanla çoğu depremlerde yıkılmış, geriye sadece devasa taş yığınları kalmış. En büyük ve merkezdeki Şiva tapınağının keşfedilmesi 1880lerde olmuş, yeniden yapılandırma çalışamaları ise ancak 1953te tamamlanmış ve Prambanan halka açılmış.
Prambanan, restore edilmiş tapınaklar
Prambanan, merkezdeki ve en büyük Şiva tapınağı

müze bileti
Son günümde Bowo beni özel bir müzeye götürdü. Jogja ve yakındaki Solo sultanlıklarına ait eserler, mektuplar ve resimlerin sergilendiği, muhteşem bir bahçe içinde özel bir koleksiyon. Gelenleri randevuyla bir rehber gezdiriyor.  Müzede fotoğraf çekmeye izin yoktu maalesef.

Java denince çoğu kimsenin aklına dünyanın en kalabalık Müslüman adası geliyor. Hatta İslamiyetin oldukça katı uygulandığı sıkıcı ve genelde gidilmek istenmeyen bir ada… Oysa biraz derin inilince Java’nın faklı bölgelerinde bambaşka yaşamlar, kültürler var.
Kaldığım otelin sahibi Çin kökenli Endonezyalılardandı, Bowo Müslüman, beni Prambanan’a götüren şoför Katolik. Herkes birlikte yaşayıp gidiyor.

Jogja hala sultanlıkla yönetiliyor ve Sultanın emrinde çalışıyor olmak büyük bir onur. Çoğu saray çalışanı maaş almıyor, sultan onlara ve ailelerine ev ve yemek veriyor.
Tarih boyunca geçirdiği her dönemden bir şeyler almış Jogja. Hindu, Budist, Kecawan ve İslam gelenekleri sultanlık ve mitoljiyle birleşmiş. Mesela animistik dönemlerden kalma bir inanışa göre güney denizlerinin kraliçesi var. Yılın belirli günlerinde sultan kıyıda bir noktaya gidip meditasyon yapıp denizlerin kraliçesi ile buluşuyor.
Deniz kıyısına gidenlerin üzerinde asla yeşil bir şey olmaması gerekiyor çünkü güney denizlerinin kraliçesi yeşil rengi çok seviyor ve gördüğü yerde kapıp denizlerin altına götürüveriyor. Yakın zamanlarda bile deniz kıyısına gidip de kaybolan birçok kişiden sözediliyor ve Jogjalılıar bu kuralı çok ciddiye alıyorlar.
güney denizlerinin kraliçesi

Düğünlerden önce, evlenen çift hangi dinden olursa olsun Hindu geleneklerinde olduğu gibi bir su kenarına çiçek bırakma törenleri yapılıyor.

Ve çok konuşulmasa ve özellikle yabancılara pek dillendirilmese de herkesin bildiği, yaşadığı, korktuğu büyüler ve büyücüler var. Antropologlar büyü ve mucize şifacılığı araştırmak için Java’ya gidiyorlar.

Görünenin bir kat altındaki Jogja beni çok etkiledi. Dinlerin, büyülerin, geleneklerin iç içe geçmesi. Dinlerin gri tonlarının olması. İşe yarayan gelenek ve törenlere bağlı kalınıp kalan şeylerin hafifçe göz ardı edilmesi. Müslüman bir sultanın her yıl deniz kıyısına gidip meditasyonda güney denizler kraliçesi ile buluşması…

Turist gibi gezmek istemiştim Jogja’yı, çalışmadan ve pek sosyalleşmeden. Tam tersi oldu, Çinlilerden Katoliklere herkesle tanıştım, çalıştım. O insanlar bana hiç bilmediğim hikayeler anlattılar, evlerinde yemekler pişirdiler, turistlerin bilmediği müzlelere, lokantalara, sokak kahvelerine yönlendirdiler. Öğrencilerle kaldırımlarda oturup kahve içtim, kamyonetten durian alıp yedim. Ertesi gün Java adasının en lüks oteline davet edilip öğle yemeği yedim. Çağlar ötesi bir masaldan fırlamış gibi yaşayan bir sultanlıkta, gerçek masal prensesi gibi 5 gün geçirdim.
Sokakta ben, Bowo ve Johan içine kızgın kömür atılmış kahve (kopijos) içerken

Monday, March 4, 2013

jogjakarta - 1

Endonezya haritası

Herkes son 3 yıldır Asya’da ülkeden ülkeye keyif içinde gezip tozduğumu, sıkıldığımda da arada Türkiye’ye uğradığımı düşünüyor.
Başkalarının ne düşündüğü artık çok da önemli değil ama gerçek farklı.
Evet, Asya’da, bence dünyanın en nefis yerlerinde bulundum ama 2009 Aralıktan sonra bu gidişlerin hiçbiri keyif için değildi. Her seyahatin bir amacı vardı; bir şey öğrenmeye, çalışmaya, birilerine yardım etmeye, meditasyona, daha fazla öğrenmeye, derinleşmeye  gittim hep. Bali’de, Tayland’da her gece beynimde binbir yeni ders dans ederken uyuyakalmaya çalıştım. Boş bir günüm kaldıysa bir kafede tembellikle geçiremedim hiç, mutlaka gidecek bir şifacı, ders alınacak bir keşiş, benden deneyimli bir terapist aradım, hiçbirşey bulamasam oturup anatomi falan çalıştım.
Gittiğim her yer ve yaşadığım her deneyim özel ve güzeldi ama kolay ya da hafif oldukları söylenemez. 2 hafta önce olduğu gibi hastalanacak kadar kendimi yorduğum dönemler oldu.

Yine Bali’deyken ve herkes beni sadece kıştan kaçmak için tropik iklime gitmiş, bir plajda elimde hindistancevizi suyuyla keyif yapıyor diye düşünürken ben nerdeyse 5 haftadır günde 11 saat çalışıp yeni CranioSacral terapistlerin eğitimlerinde asistanlık yapıyorum. Eğitime ara verilen günlerde de gönüllü olarak Endonezyalılara CranioSacral seansları veriyorum. (Bali’de bu çok değerli ve pahalı bir terapi, ancak sadece turistler ya da yabancılar faydalanabiliyor. Çünkü tek bir seans Bali’de sekreterlik ya da bakıcılık yapan birinin 2 haftalık gelirine denk. Buradaki yabancıların sadece kendilerine faydalarının olmasından fena halde rahatsız olduğum için ben de Endonezyalılarla bağış karşılığı çalışıyorum. ne kadar ödeyebiliyorlarsa o kadar veriyorlar. Ve tabii bu kadar merak ettikleri bir şeyi ilk defa deneyimleme şansı buldukları için) duyan herkes seans istiyor ve ben de tatil günlerimde de çalışmış oluyorum.

Foursquare’de hep aynı yerel lokantalara check-in yaptığımız için tanıştığım Endonezyalı sanal bir arkadaşım var. 2 yıldır birbirimize foursquare’den hal hatır sorar ve lokanta tavsiyesi veririz ancak ilk defa 3 hafta önce yüzyüze tanışabildik. Bowo, Jogjakarta şehrinden ayın yarısını iş için Bali’de geçiren gencecik bir çocuk. Oturup kahve içerken bu kadar yıl Endonezya’da olup Jogja’ya hiç gitmemenin ne kadar garip olduğunu söyledi.
Tugu: Jogja'nın sembolü
Haksız değil. Jogja çok özel bir şehir. En büyük ve iyi üniversiteler, dünyanın en büyük Budist ve Hindu tapınakları ve en geleneksel Endonezya el sanatlarının korunduğu köyler burada. İşin ilginci Jogja, Endonezya içinde “special district” yani özel idare diye geçiyor çünkü Jogja hala sultanlıkla yönetiliyor. 17bin adadan ve 230 milyon nüfustan oluşan bir cumhuriyet içinde Jogja 30 kilometrekare alanda ve 3.5 milyon nüfuslu, oldukça da gururlu bir sultanlık. Yani gerçekten ilginç ve görülmesi gereken bir yer.

Bowo’yla buluştuğumuzun gecesi gaza gelmiş olarak Jogja biletimi aldım. Yıllardan sonra ilk defa sadece turistler gibi gezmek görmek için bir yere gidecek olmak beni acayip heyecanlandırdı. Ne yeni bir kurs, ne manastır… yemek yemek, tapınak gezmek ve Japon turistler gibi fotoğraf çekmek dışında hiçbir motivasyon olmadan.

Ya da safça öyle olmasını umdum.