Tuesday, March 12, 2013

jogjakarta-2


Jogja’ya gitmeme günler kala Endonezyalı arkadaşlarım hazır oradayken komşularına, babalarına, arkadaşlarının çocuklarına seans verip veremeyeceğimi sormaya başladılar. Cevap sıradan bir evet ya da hayır’dan çok daha zor oldu benim için. Bir tarafta kendime verdiğim yıllardan sonra ilk defa turist tatili yapacağım sözünü bozmak istemiyordum. Diğer yandan da biliyorum ki Jogja’da başka CranioSacral terapist yok ve yardım isteyen insanları keyfi olarak geri çevirmek asla yapamayacağım bir şey. Tabii ki kabul ettim. Japon turistlik hayallerim suya düştü, ancak hayatımın en harika gezilerinden birini yapmış oldum.

Dusun otelin havuzu
Dusun otelin bahçesi
Seans isteyenlerden biri Jogja’nın en iyi butik otelinin sahibiydi. Otelde konaklama karşılığı ailesine seans verdim. Hani otele girdiğiniz an tüm personel sizin adınızı, yemek tercihlerinizi falan öğrenir ve kaldığınız sürece size otel müşterisi değil de yıllardır tanıdıklari bir arkadaş gibi davranırlar ya, işte öyle bir yerdi. Sonrasında da çalıştığım herkes bana evini açtı, yemekler pişirdi, Jogja’yla ilgili bilgler paylaştı.

Seanslar vermek bana bir yandan şehri gezerek değerlendirebileceğim birçok saati kaybettirdi ama aslında asla ulaşamayacağım insanlara ve bilgilere ulaşmamı sağladı. Seanstan sonra sofra açan, yemek yemeden ve çok şekerli çayı içmeden beni evden bırakmayan, giderken mutlaka çantama meyve tıkıştıran ve anlamamama rağmen devamlı gülümseyerek Endonezya dili konuşan teyzelerle tanıştım.
Borobudur, en alt kat giriş
Gittiğimin 2. günü Bowo da Bali’den geldi ve beni Borobudur’a götürdü. Borobudur dünyanın en büyük Budist tapınağı. Java adası Müslümanlaşmadan önceki dönemde, yaklaşık 8. yüzyılda yapılmış. Yapımı 75 yıl sürmüş ve yaklaşık 50 yıl sonra hala aktif olan Merapi yanardağının patlaması sonucu küller altında kalmış. O zamanlardaki inanışta bir tapınağın yakınında doğal felaket olursa, o tapınak lanetlenmiş sayılır ve tekrar kullanılmazmış, bu yüzden Borobudur da unutulmuş, takip eden yüzyıllardaki patlamalar tüm bölgeyi lav kumlarıyla kaplamış. “O koca gri tepenin altında” devasa bir tapınak olduğu söylentisi kuşaktan kuşağa geçmiş ama 18. yüzyılda Singapur ve civarını kolonileştirmek için gelen Sir Raffles’a kadar kimse bu rivayeti ciddiye almamış. Sir Raffles bir kazı ekibi oluşturmuş ve onun başlattığı çalışmalar sayesinde Borobudur tekrar gün ışığı görmüş.
Borobudur'un katları

Borobudur, temeli kare olan bir piramit yapısında. 19 basamaktan ve 3 temel katmandan oluşuyor. Son katman dairesel. Ve tapınağa havadan bakıldığında kusursuz geometride bir, Budist mandalası şeklinde. İlk yapıldığında Budizm ve aydınlanma yolunda ne kadar aşama kaydedildiğine göre katlara çıkılabiliniyormuş. Ve her katta o seviyeye özgü hikayelerin ve Buda öğretilerinin olduğu muhteşem taş oyma rölyefler var. Toplamda 5000den fazla rölyef varmış, ancak bir kısmı müzedeymiş.
Borobudur’un ihtişamı, mimarisi ve ancak gökyüzünden bakılıca görünen algoritmik yapısı bir yana, 5000 tane detaylı lav taşı oyma eser bir yana. Ve tüm bunların 8. yüzyılda sadece insan emeği ile 75 yılda tamamlanmış olması…
Borobudur, en üst kattaki stupalar
Borobudur, rölyeflerden biri

4. günümde ise Prambanan tapınağına gittim Prambanan da dünyada Şiva’ya adanmış en büyük tapınak. Prambanan da 9. yüzyıl civarında yapılmış, ve ilk yapıldığında 240 tapınaktan oluşan bir kompleksmiş. Fakat zamanla çoğu depremlerde yıkılmış, geriye sadece devasa taş yığınları kalmış. En büyük ve merkezdeki Şiva tapınağının keşfedilmesi 1880lerde olmuş, yeniden yapılandırma çalışamaları ise ancak 1953te tamamlanmış ve Prambanan halka açılmış.
Prambanan, restore edilmiş tapınaklar
Prambanan, merkezdeki ve en büyük Şiva tapınağı

müze bileti
Son günümde Bowo beni özel bir müzeye götürdü. Jogja ve yakındaki Solo sultanlıklarına ait eserler, mektuplar ve resimlerin sergilendiği, muhteşem bir bahçe içinde özel bir koleksiyon. Gelenleri randevuyla bir rehber gezdiriyor.  Müzede fotoğraf çekmeye izin yoktu maalesef.

Java denince çoğu kimsenin aklına dünyanın en kalabalık Müslüman adası geliyor. Hatta İslamiyetin oldukça katı uygulandığı sıkıcı ve genelde gidilmek istenmeyen bir ada… Oysa biraz derin inilince Java’nın faklı bölgelerinde bambaşka yaşamlar, kültürler var.
Kaldığım otelin sahibi Çin kökenli Endonezyalılardandı, Bowo Müslüman, beni Prambanan’a götüren şoför Katolik. Herkes birlikte yaşayıp gidiyor.

Jogja hala sultanlıkla yönetiliyor ve Sultanın emrinde çalışıyor olmak büyük bir onur. Çoğu saray çalışanı maaş almıyor, sultan onlara ve ailelerine ev ve yemek veriyor.
Tarih boyunca geçirdiği her dönemden bir şeyler almış Jogja. Hindu, Budist, Kecawan ve İslam gelenekleri sultanlık ve mitoljiyle birleşmiş. Mesela animistik dönemlerden kalma bir inanışa göre güney denizlerinin kraliçesi var. Yılın belirli günlerinde sultan kıyıda bir noktaya gidip meditasyon yapıp denizlerin kraliçesi ile buluşuyor.
Deniz kıyısına gidenlerin üzerinde asla yeşil bir şey olmaması gerekiyor çünkü güney denizlerinin kraliçesi yeşil rengi çok seviyor ve gördüğü yerde kapıp denizlerin altına götürüveriyor. Yakın zamanlarda bile deniz kıyısına gidip de kaybolan birçok kişiden sözediliyor ve Jogjalılıar bu kuralı çok ciddiye alıyorlar.
güney denizlerinin kraliçesi

Düğünlerden önce, evlenen çift hangi dinden olursa olsun Hindu geleneklerinde olduğu gibi bir su kenarına çiçek bırakma törenleri yapılıyor.

Ve çok konuşulmasa ve özellikle yabancılara pek dillendirilmese de herkesin bildiği, yaşadığı, korktuğu büyüler ve büyücüler var. Antropologlar büyü ve mucize şifacılığı araştırmak için Java’ya gidiyorlar.

Görünenin bir kat altındaki Jogja beni çok etkiledi. Dinlerin, büyülerin, geleneklerin iç içe geçmesi. Dinlerin gri tonlarının olması. İşe yarayan gelenek ve törenlere bağlı kalınıp kalan şeylerin hafifçe göz ardı edilmesi. Müslüman bir sultanın her yıl deniz kıyısına gidip meditasyonda güney denizler kraliçesi ile buluşması…

Turist gibi gezmek istemiştim Jogja’yı, çalışmadan ve pek sosyalleşmeden. Tam tersi oldu, Çinlilerden Katoliklere herkesle tanıştım, çalıştım. O insanlar bana hiç bilmediğim hikayeler anlattılar, evlerinde yemekler pişirdiler, turistlerin bilmediği müzlelere, lokantalara, sokak kahvelerine yönlendirdiler. Öğrencilerle kaldırımlarda oturup kahve içtim, kamyonetten durian alıp yedim. Ertesi gün Java adasının en lüks oteline davet edilip öğle yemeği yedim. Çağlar ötesi bir masaldan fırlamış gibi yaşayan bir sultanlıkta, gerçek masal prensesi gibi 5 gün geçirdim.
Sokakta ben, Bowo ve Johan içine kızgın kömür atılmış kahve (kopijos) içerken

No comments:

Post a Comment