Friday, February 15, 2013

Bali'de hasta olmak


3 gündür hastayım
İlk gün “biraz yorgunum herhalde” diyerek ciddiye almadım
Kabuslarla dolu bir geceden sonra, ikinci gün sabah iltihaptan bembeyaz olmuş bademcikler ve deli bir baş ağrısıyla uyandım. Günün çoğunu yatakta geçirdikten sonra bir geceyi daha ateşli ve hasta geçirmek istemediğim için Endonezyalı bir arkadaşıma danıştım. “Aa herkes hasta bu ara” bu ara dedi. Benim bildiğin boğaz enfeksiyonu karda kışta olur, dışarısı 32 dereceyken ateşimin olması ve boğazımın ağrıması tuhaf. Oysa Endonezyalı arkadaşım Rana’ya göre enfeksiyonların en rastlanır olduğu zaman yağmur mevsiminin en sıcak günleriymiş.
Sanırım ekvatorun güneyine geçince sadece mevsimler değil her şey tersine dönüyor.

Rana bana Bali’li bir şifacıdan sözetti. Gündüzleri şoförlük yapan, arada da ihtiyacı  olanların evine gidip biraz dua, biraz masaj biraz da kerikan (birazdan daha detaylı anlatacağım)  uygulayarak iyileştiren biriymiş. Benim bildiğim tüm şifacılar uzak köylerde olduğundan ve arabaya binecek gücüm olmadığından kabul ettim. Rana telefon etti ve Joko 1 saat sonra benim evime gelmeyi kabul etti.

Bir saat gecikmiş olan Joko’yu beklerken bahçeden içeri genç biri girdi, “Esin?” diyip cevabımın beklemeden karşımdaki sandalyeye oturdu. “Evet, ya sen?” dedim, güldü “Joko” dedi. A-aa bu daha çocuk ayol! Şifacılığı bırak şöforlük bile yapmaması gerek . Ehliyet almaya yaşı tutmaz ki bunun. Bir de komik, durmadan bişeylerle dalga geçip gülüyor. E benim tanıdığım şifacılar 70-80 yaşında, ciddi, odaya girdikleri an her şeyi titretecek kadar karizmatik, ancak bir o kadar da merhametli ve sevgi dolu insanlar. Karşımda bana tura götürdüğü balayı çiftlerinin anılarını anlatan komik bir çocuk var.
 
Joko'nun henüz resmini çekemedim
bu Bali'nin en ünlü şifacılarından Ketut
Biraz daha muhabbetten sonra Joko masaja başlıyor, Omuzlarıma dokunur dokunmaz “sen çok yorgunsun, neden bu kadar yordun kendini?” diyor. Yaptığımız işlerin benzer olduğunu, ikimizin de insanların iyileşmesi için çalıştığını, ancak benim dengemin son bir yılda fena halde şaştığını söylüyorum. Bir anda ciddileşiyor, kendime iyi bakmazsam başıma gelebilecek kötü şeyleri anlatmaya başlıyor.  Bu arada yaptığı masaj hiç rahatlatıcı değil, hatta bazen fena halde can acıtıcı. Sırtıma biraz masaj yaptıktan sonra gülüyor “kıpkırmızı oldun” diyor, içine çok hava kaçan insanların derisi dokununca hemen kızarırmış.
Bizim soğuk algınlığı dediğimiz şey Asya’da, özellikle de Geleneksel Çin tıbbında ciddi bir durum. Eklemlerde, derinin altında ya da iç organlarda hava olması bir sürü hastalığın temel sebebi olarak görülüyor.

Sol ayağımın altında bir noktaya dokunduğunda zıplıyorum, o kadar çok acıyor. Joko, geceleri geç yemek yiyip yemediğimi soruyor. Midem de yorgunmuş. Sonra yine sol ayağımda iki parmağın arasında bir yere bastırıyor ve tekrar zıplıyorum. “Arada oruç tutar mısın?” diye soruyor, evet dediğimde de tekrar başlamamın iyi olabileceğini söylüyor. Her gün en az 12 saati hiçbirşey yemeden geçirmeliymişim.

Sırtım buna benziyor - çizgiler biraz daha seyrek
Masaj bittikten sonra sıra kerikan’a geliyor. Endonezya’da kerikan, Çin tıbbında ise Gua Sha denen bu uygulamada keskin ya da sivri olmayan bir nesne (seramik bir kaşık, bozuk para vb) yağlanıp vucudun belli bir bölgesinini kazırcasına tekrar eden hareketlerle deriye sürtülüyor. O bölgede tıkanıp kalmış kanın tekrar dolaşıma katılmasını ve biriken toksinlerin cilt yüzeyinden atılmasını sağlıyor. Cildin aldığı renk oradaki hastalığın türü ve ciddiyeti hakkında bilgi veriyor. Görüntü genelde pek hoş olmuyor ancak tam “her derde deva, her eve lazım” bir metod. Gua Sha’yı çok duymuştum, hatta Gizem ve Thomas geçen ay Chiang Mai’de bu uygulamanın eğitimini aldıkları için oldukça iyi biliyordum ama bana ilk defa uygulanacaktı. Joko bir süre sırtımda çalıştıktan sonra “çilek gibi oldun” diyip gülüyor.

Çok sürreal bir durum; bademciklerim iltihaplı ve başım ağrıyor. Buna en doğal çözüm olarak da Bali’li bir adam yağa batırdığı bir bozuk parayı sırtıma sürtüp duruyor ve bunu yaparken de gayet eğleniyor.
En sonunda ellerini sırasıyla alnıma, boynuma ve ayaklarıma koyarak, dua eşliğinde bir arınma ritüeli gerçekleştiriyor. Biter bitmez aynada sırtıma bakıyorum, kırmızı çizgili bir forma giymiş gibiyim. Ama sağ ve sol tarafta renk farkı var, sağ daha koyu kırmızı. Joko yine dalga geçiyor, “sağdaki çilek daha olgun, onu hemen yiyebilirsin” diyerek kahkaha atıyor.

Seans sonunda öğreniyorum ki Joko aslında 35 yaşındaymış (Asyalıların olduklarından 10-15 yaş genç görünmeleri beni hala yanıltabiliyor!). Masaj ya da kerikan konusunda hiç eğitim almamış, aileden gelen bir şifacılığı varmış. Zaten herkesle çalışmazmış. “Bu gece sakın bilgisayarını açma, kendini bir daha bu kadar yorma ve arada başka şifacılardan destek almayı unutma” diye birkaç öğüt veriyor ve gidiyor. Para almadan gidiyor! Peşinde koşup para vermek için ısrar ediyorum ama Joko yine gülerek ve omuzlarını silkerek “İhtiyacı olan birine yardım ettim” diyerek uzaklaşıyor.

Bali’ye gelidğimden beri ihtiyacı olan Endonezyalılarla sadece bağış karşılığı çalışıyordum. Karma’nın bana ödülü bu olsa gerek.
Para vermemiş olmak değil, ihtiyacı olan birine hiç çıkar gözetmeden yardım edebilecek biriyle daha tanışmış olmak beni çok mutlu ediyor.  

Ertesi sabah (yani bugün) 11 saatlik bir uykudan sonra çok daha iyi uyanıyorum. Boğazımın ağrısı geçmiş, iltihaplanma çok azalmış, kaslarımda ve başımda ateşten olduğunu düşündüğüm bezgin bir ağrı kalmış o kadar. Gua Sha izlerim de oldukça hafiflemiş.

Bali’de hasta olmak böyle bir şey. Kimse doktora git, tahlil yaptır, eczanenden şu ilacı al, 3-5 gün antibiyotik yut demiyor.
Rana yılın en sıcak ve rutubetli döneminin salgın hastalıkların en kolay yayıldığı dönem olduğu için hasta olduğumu söylüyor.
Joko derimin altına hava girdiği ve kendimi çok yorduğum için boğazımın iltihaplandığını söylüyor.
Meslekdaşım Jean ise geçtiğimiz günlerde benden kat kat daha güçlü varlıkların enerjiisne maruz kaldığım için hastalandığımı söylüyor – yeni ve daha güçlü enerjilere yer açabilmek için bir tür arınma yaşıyormuşum.

Hepsi geçerli bence, hastalığın asla tek bir sebebi yok. Fiziksel, duygusal, ruhsal dengesizlikler yeterince güçlenince hastalık bir yerden kendini gösteriyor. Doktora gitmiş olsaydım boğazımı muayene edip lokal etkili antibiyotikler verip beni gönderecekti. Hastalığı yaratan koşullarda hiçbir değişiklik yapmadan semptomları giderecektik.
Joko ise ayak parmaklarımdan boynuma kadar her yerimle çalışıyor, boğazıma hiç dokunmuyor ve hiçbir ilaç önermiyor. Daha önce danıştığım tüm şifacıların yaklaşımları da Joko’nunki gibiydi, yerel ve semptomla değil, genel ve sebeple ilgilenip onu iyileştirmeye çalışıyorlar.

Bir saatlik masaj, dua ve bir bozuk parayla gerçekten iyileşme seçeneği varken insanlar neden hastanelere gidip kendilerini kimyasallara boğar ya da kestirirler aklım almıyor?

(En sevdiğim ve güvendiğim Bali'li şifacım Holy Knife ile ilk tanışmamızı İngilizce olarak okumak isterseniz buyurun)

No comments:

Post a Comment