Monday, January 7, 2013

manastır günleri - 4


Kursun ilk haftası bitti, manastıra çoktan alıştım. İnsan devamlı koşuşturup bişeylere yetişmeye çalışırken zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Burada en aktif günümde 15 dakika yürüyüp manastırın girişindeki teyzelerden meyve alıyorum, kalan zaman “Acaba 10 metre yarım saatte yürünür mü?” yavaşlığında meditasyon çalışmalarıyla geçiyor. Buna rağmen zamanın nasıl geçtiğin fark etmedim bile. Duygusal iniş çıkışlarımız dışında günler tamamen aynı, sadece hemen her gün yeni birileri başlıyor, arada da kursu tamamlayıp gidenler oluyor. Her akşam çantingden önceki 10 dakika en heyecanlı anlar, çünkü manastıra o gün düşmüş öğrencileri salona girerken görme şansımız oluyor, hemen onlara bir lakap takıveriyoruz. Bazen oldukça masum olan bu lakaplar sıkıldığımız günlerde acımasızlaşabiliyor. Yeniler ertesi sabah zaten ortama uyum sağladıkları için artık ilgimizi çekmiyorlar.
Bu heyecanlı! anlar dışında zombi hayatımız devam etmekte. Bembeyaz giyinmiş, mimiksiz, tam önünde yere ya da havaya bakan ve az önce futbol maçında sakatlanmış kadar ağır aksak yürüyen 20-25 kişiyiz.
meditasyon salonundan güneş doğuşu

Oturumlarım da 25 dakika yürüme – 25 dakika oturma meditasyonu olarak 50 dakikaya çıktı. Her şeyin çok basit, olaysız ve net belirlenmiş olduğu bir yerdeyiz ama bir günümüz diğerini tutmuyor. Hepimiz ciddi iniş çıkışlar yaşamaktayız; meditasyonun iyi geçtiği günler mutlu, aklımızın dağınık olduğu ya da oturmaktan dizlerimizin ağrıdığı günlerde de suratımız bir karış dolanıyoruz. Phra B’ye dert yanmaya çalıştığımızda bize gülümseyerek “Devam devam” diyor, “Hayat da aynen böyle iyi ve kötü günler hep olacak. Bu gün iyiydi hep böyle devam etsin diye tutkuya kapılmak da, dün çok kötüydü bir daha asla böyle bir gün yaşamayayım diye kaçınmaya çalışmak da sizi mutsuz eder. Her durumu her duyguyu olduğu gibi gözlemleyin ve meditasyonunuza devam edin” diyor. Ben de deniyorum. Bu denemeler bile bazı gün oluyor, bazı gün olmuyor.

Ancak fark ediyorum ki önceki kurslara göre biraz daha rahatlamışım; önceden darmadağınık bir meditasyon günü geçirdiğimde hırslanırdım. O kadar uğraşıyorum, nerede hata yapıyorum diye düşünmekten kendimi alamazdım. Yüzünde meditatif bir ifadeyle kımıldama ihtiyacı hissetmeden oturanlar varsa kendimi onlarla kıyaslamaya başlardım. Bu sefer öyle duygular pek kalmamış. Bugün böyle, yarın kesinlikle farklı olacak diyebiliyorum ve genelde o farkı iyi ya da kötü diye etiketlendirmeden sadece gözlemleyebiliyorum.
yamaçta bir keşişin heykeli, kim bilir kim o leopar desenli şalı omuzlarına örtüvermiş

Yine de aklımı kurcalayan bir şey var; bir hafta geçmiş olmasına rağmen bu kursun neden bu kadar rahat olduğunu anlayabilmiş değilim. Burada öğretilen Vipassana tekniği farklı ve ben onu öğrenebildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Ancak günün sonunda evimde oturup günde 6-8 saat meditasyon yapsam kendimi hissedeceğimden pek bir fark hissetmiyorum. Çünkü bu kurslarda bir zorluk, bir zorlama olması gerek. Belirli bir miktar baskı egonun kabuğunu kırar ve ancak o kırılma noktasından sonra yeni bilgiler, alışkanlıklar içeri sızabilir. Burada çok mutluyum, yumuşak yumuşak meditasyonumu yapıyorum, öğleden sonra  ormanda yürüyorum, güneşte saçımı kurutuyorum, kızlar yatakhanesinde bittiyse erkek yatakhanelerine dalıp çay alacak kadar da özgür bir ortamdayım. Phra B’nin anlattıklarından etkilenip dersler çıkarıyorum, her gün olabilecek en nefis doğa koşullarında en az 6 saat meditasyon yapıyorum ama kırılmak bir yana kabuğum çatlamadı bile.
Sanırım rahat bana batıyor …

No comments:

Post a Comment