Sunday, January 6, 2013

manastır günleri - 3


İlk sabah 05:00de uyandım, yüzümü yıkayıp Dhamma konuşması için meditasyon salonuna gittim. Dhamma konuşması da manastır hayatının olmazsa olmazlarından, Budizm başta olmak üzere her konuda olabiliyor ve çok güzel bilgiler/dersler/çıkarımlar içeriyor. Konuşmayı veren keşiş iyiyse bazen ülkenin dört bir tarafından onbinlerce insan dinlemeye gelebiliyor, ya da konuşmalar kitaplaştırılıyor. Bizim hocamız çok bilgili, konuşkan, şeker ve anlattıklarını an be an mimikleriyle yaşıyor… Biz batılı zihniyetler en basit konuları bile anlayabilelim diye genelde zengin hikayelerle örnekler de veriyor. İlk birkaç gün sabahın 5buçuğunda yerde bağdaş kurup hikaye dinlemek zor geldi ama sonra öyle alıştım ki, sabahın karanlığında salona birinci gidip önden minder kapar oldum.

Yürüme meditasyonu (Ajahn Brahm'ın sitesinden alıntı)
Burada benim için ilk olan diğer şeylerden biri de sadece oturarak meditasyon yapılmaması. Oturarak, ayakta, yürüyerek ve uzanarak meditasyon uygulamaları var. Bunlar insanın bir gün içindeki 4 hali ve hepsine göre meditasyon teknikleri var diye anlattı hocamız, pek mantıklı. İlk gün herkes 15 dakika yürüme – 15 dakika oturma meditasyonuyla başlıyor. Hayatında hiç meditasyon yapmamış biri bile 15 dakika oturabilir, ya da yürüyebilir. Kursta kalış uzunluğuna göre hem süre artıyor, hem de tekniğe ek adımlar geliyor.

Diğer bir ilk ise bu kursun çok yumuşak ve rahat olması. Katıldığım ve arkadaşlarımdan duyduğum tüm meditasyon kursları hem çok yorucu hem de ordu disiplininde. Burada da ilk geldiğimizde bize bir “yapılmayacak şeyler” listesi verdiler, ama bu kurallara uyup uymadığımızla kimse pek ilgilenmiyor. Gün içinde nerede, ne kadar süre meditasyon pratiği yapacağım bana kalmış, ister ormanda ister salonda ister odamda. İstersem perdeleri kapatıp tüm gün odamda uyuyabilirim. Konuşmak yasak ama yemekhane ve meditasyon salonu dışında birşeyler fısıldaştığımızda kimse karışmıyor. Laptopuma, cep telefonuma kimse el koymadı. Hatta ormanın içinden kestirme bir yol var, oradan aşağı pazara inip ekstra yiyecek bile alabiliyoruz. Bu kadar rahatlık çok güzel ama belirli bir motivasyon ya da öz disiplinle gelmemiş olanların bişeyler öğrenmesi çok zor. Çoğunluk bu disiplinde ve yemek saatleri dışında devamlı pratik yapıyor. Ancak günde sadece 2 tur meditasyon yapıp kalan süreyi güneşlenerek geçirenler var, onlara bile kimse karışmıyor.

Sonraki gün uzun süreden sonra ilk defa nasıl hep bi yerlere koşturmaya ve yetişmeye çalıştığımı fark etim; İstanbul hayatı malum, üzerine 2 aktarmalı uçuş, üzerine manastıra yetişmek derken aslında nerdeyse bir yıldır devamlı her şeyi daha hızlı yapmaya çalışıyormuşum. Üstelik de kendimi yavaş ve sakin sanıyorken…
Bir önceki gün meditasyonlarımın çoğunu odamda yapmıştım. Dışarıda küçük bir meditasyon kulubesi var, çoğu kişi onun çevresinde yürüme meditasyonu yapıyor, sonra içeri girip oturma meditasyonuyla devam ediyor. Ara vermek isteyenler de merdivenlerde oturup biraz güneşlenebiliyor – tam üçü bir arada lezzet. Zaten orayı da bir kolaçan edeyim derken diğer meditatörleri görüp de farkettim ki ben yavaş falan yürümüyormuşum, hala İstanbul hızında koşturuyormuşum. Başkalarını gözlemleyip taklit etmeye çalışmak beni gerçekten yavaşlattı.

Ve 25-30 santimlik bir adımı atmak 30 saniye sürecek kadar hareket ve hareketsizlik arasındaki noktaya geldiğimde ilk defa dışarıda ormanı, güneşi, kuşları ve içimde de bir dağın tepesinde meditasyon yapıyor olmanın coşkusunu içimde hissettim.

O an çok önemliydi. Hem bedenim hem ruhum birkaç günden sonra ilk defa bir arada manastırdaydılar.

meditasyon kulübem
Her gün o kulübenin arkasında yapıyorum meditasyonlarımı ve yere bastığım her an o coşkuyu tekrar tekrar yaşıyorum.
Bir yere ulaşmaya çalışmadan, bir adımın her aşamasını, en küçük kas hareketlerini, hareketsizlik anlarını, ve ayağın ilk temasıyla yeri hissetmek bambaşka.

Ve yeri gerçekten hissedince kökensiz korkular da eriyiveriyor sanki. Hayatta bacaklarımız titretecek kadar korktuğumuz zamanlarda, koşmamız gerektiğinde, durmamız gerektiğinde ya da buzda kayıp düşünce… Her ne olursa olsun yeryüzü hep orada – hep bizi tutuyor, destekliyor. Bazen en kötü zamanlarda şunu hatırlamak gerek sanırım: Her ne olursa olsun düşebileceğim en dip nokta aslında yeryüzü, ve oradan tekrar ayağa kalkmak da sadece bir bacak yüksekliği.

2 comments:

  1. Esincim, cok farklı şeyler görüp, farklı dünyalar yaşıyorsun. Yazılarını zevkle takip ediyorum, düşündüklerini, gördüklerini ve yaşadıklarını yazmaya devam et, et ki bizlerde okuyabilelim :) keyifli ve sakin gezmeler!

    ReplyDelete
  2. Erhan çok teşekkürler, bir diğer gezgin ve keskin gözlemciden böyle yorumlar duymak çok harika :) Sevgiyle

    ReplyDelete