Wednesday, January 9, 2013

manastır ahalisi

Asya'da bir manastıra kimler meditasyon öğrenmeye gider ki diye merak ettiniz mi hiç? Ya da gelenler niye gelirler, ne yaparlar diye? Buyurun öyleyse

Çok genelleyerek buradakileri üç gruba ayırabilirim. Meditatörler, turistler ve kraliçeler.

Meditatörler en az 10 günlüğüne geliyorlar. Çok hazırlıklılar. En az 3 takım bembeyaz kıyafetleri, şalları, çorapları oluyor. Kendi çaylarını da getiriyorlar Kısa sürede ortama alışıp, ne nerede öğrenip hemen meditasyona başlıyorlar. Çok konuşmuyorlar, günün çoğunu gözden uzak bir yere kapanmış meditasyon yaparak geçiriyorlar. Nadiren ellerinde bir kupa egzotik bitki çayıyla orman kenarında uzaklara bakarken görülüyorlar. Burası çoğunun ilk meditasyon deneyimi değil. Zaten oturuşlarından belli oluyor, incecik bir minderin üzerinde rahatça lotus ya da bağdaş kurarak oturuveriyorlar. Kendi aralarında fısıldaştıklarında (meditatörler diğer gruptakilerle pek muhatap olmuyorlar) birbirlerine farklı manastırları, meditasyon tekniklerini anlatır ya da yaşadıkları yoğun deneyimleri paylaşır oluyorlar. En az göz teması kuran, en yavaş yürüyen, mumya hiç hareket etmeden en uzun süre oturabilen, çamaşır asarken bile nirvanaya ulaşmış gibi asalet içinde duranlar bu grubun kıdemlilerinden sayılıyorlar.

Turistler ise genelde Asya’da backpacking yaparken “böyle de bir deneyimim olsun” diye en fazla 4 günlüğüne manastıra uğruyorlar. Yaşları genelde 25 altında. Oradan buradan derleme meditasyon kıyafetleri ama mutlaka Teva sandaletleri ya da Crocs terlikleri oluyor. Yeşil polarlarının üstüne muhtemel başkasından ödünç aldıkları 3 beden büyük gelen beyaz gömlekler giyerek meditasyon salonuna geliyorlar, hocayla işleri biter bitmez beyazları (ve hatta üzerlerinde ne varsa) çıkarıp güneşlenmeye çalışıyorlar. Hatta hem kollarını paçalarını sıyırarak güneşlenip hem de meditasyon yapmaya çalışanlar var ki onları izlemek çok komik oluyor… Bir de durmadan fotoğraf çekiyor ya da çektiriyorlar. Henüz hiçbir turistin 15 dakika bile meditasyon yaptığına rastlamadım. 3 dakika oturup sonra akıllarına acil bişey gelmiş gibi ayağa fırlayıveriyorlar. Orada burada yüksek sesle “Oh my god!” diye birbirlerine gezi hikayelerini anlatıp, facebook albümü oluşturacak sayıda resim çekip, aylardır çantalarının dibinde birikmiş kirli çamaşırlarını yıkayıp gidiyorlar. İyi ki de gidiyorlar…. İlk günlerde turistleri gözlemlemek eğlenceliydi ama artık sıkıldım.

Kraliçeler, şükür ki azınlıktalar.. Genelde 10-14 günlük kurslara rezervasyon yaptırıp geliyorlar. Çok şık ve uyumlu kıyafetleri, elektrikli diş fırçaları, mini saç kurutma makinaları, kaşmir şalları, Birkenstock ya da Havaianas sandaletleri oluyor. İlk sabah 5:30 oturumuna mutlaka geç kalıyorlar, utangaç gülümseyerek “Ah, jetlag” diyorlar. Sevgilileriyle, kocalarıyla ya da babalarıyla (daha önce terapistlerinin çözemediği) sorunları oluyor, ilk fırsatta ve sonra yakaladıkları her zaman hocayla bu sorunları her detayıyla paylaşmaya bayılıyorlar. Hayatında eline kadın eli değmemiş bir keşişe sevgili sorunlarını anlatınca aydınlanabileceklerini düşünüyorlar. Birkaç gün geçip de aydınlanma yerine yürümekten diz ağrısı, boş oturmaktan can sıkıntısı, alışık olmadıkları yemekleren gaz sancısı başlayınca mutsuz oluyorlar ve bunu yüz ifadeleriyle belli ediyorlar. Herkes kraliçelerden uzak duruyor, çünkü onlara ilgi gösteren ilk insanı esir alıp tüm dertlerini kusacaklarını biliyorlar. Kraliçeler de genelde aradıklarını bulamamanın hayal kırıklığıyla 14 günlük kurslarını nazik bir bahaneyle yarıda kesip kalan süreyi güneydeki adalarda bronzlaşmak için değerlendirmeye gidiyorlar.

No comments:

Post a Comment