Friday, January 4, 2013

manastır günleri - 2


Seyahat planlama kısmında biraz zayıf kalmışım; önce Adana’dan Bangkok’a 27 saat süren bir yolculuk yaptım, Bangkok’ta 2 gün evrak işleri peşinde koşturdum (dünyada internetten 2 sayfa çıktı almanın daha meşakkatli ve pahalı olduğu kaç başkent vardır bilmiyorum). Üzerine de Chiang Mai’e bir yataklı tren yolculuğu yaptım aman aman... İstanbul’daki soğuktan kaçtım derken Şubat’ta pencere açık uyusam daha rahat edebileceğim bir ısıda 17 saat hipotermi tehlikesiyle geldim. Meğer Tayland’ın klimalı trenleri soğuğuyla ünlüymüş de benim haberim yokmuş.


Ben trenden inince biraz gezinirim, bişeyler yer sonra manastıra çıkarım derken trenin rötar yapmasıyla hiçbirşeye vaktim kalmadı. Manastrın programı çok katı; 14:00te kayıt ofisinden içeri girmediysem paşa paşa tekrar aşağı inip ertesi gün geliyorum. Yetişeyim diye bir taksiye normalin 6 katı fazla para verip dağa çıktım. Araçlar bir yere kadar çıkıyor, sonra 300 basamak tırmanmak ya da teleferiğe binmek gibi seçenekler var. Manastırın girişi nasıl kalabalık, nasıl bir karmaşa, zaten trenin soğuğu, şehrin sıcağı derken sersem gibiyim o an her şey gözüme korkunç görünüyor. Aylardır hayalini kurduğum manastıra giriş anı hiç böyle bir şey değildi… Meğer o gün kutsal Buddha günüymüş, kalabalık da ondanmış. Hatta sabahtan Tay prensesi de teşrif etmişler.

O gün kursa başlayacak olan 4 kişi toplandık, bilgilendirildik. Sonra kalacağımız merkeze bizi götürecek çocuğun peşine düştük.

Hani Doi Suthep’e tırmanmak ne zormuş, gelenler 2 gece dağda yatar öyle dönermiş de devlet bile bi el atıp yol yapamamış diye anlattım ya… Ben bunları önceden biliyor olsam adımımı atmazdım buraya yahu. Rehber çocuk manastırda yaşıyor, inmeye çıkmaya alışık, gruptaki diğer kişiler de backpacker gençler. Bense yokuş-iniş-merdiven falan sevmem. (Sevmem bu kadar gün meditasyondan sonra ultra yumuşatılmış bir ifade) Üzerine para verseniz ben Levazım’da, Gümüşsuyu’nda falan oturmam, benim dünyam tepsi gibi düz olmalı. Belki tatlı meyillere ikna olabilirim ama fazlası asla!

Ve fakat Doi Suthep bir dağın en tepesi ve şöyle kademelendirilmiş; teleferikle çıkılan en üst noktada stupa var, burası ziyaretçilere açık, onun altında taraçalandırılmış birkaç katta keşişlerin yaşadığı manastır kısmı var, onun da altında IBC. Sonrası dimdik yamaç ve orman. Yani 21 gün boyunca dağın ortasındayım, düzlük yok, ya ineceğim ya çıkacağım. “Nirvanaya erişmeye çalışırken düştü bacağını kırdı” manşetleri gözümün önünde uçuşarak ve terden yapış yapış bir halde odama ulaştım. Kalan 20 günü bu odadan çıkmadan nasıl geçiririm planları yapıyorum ama ı-ıhh. Şu bir avuç IBC’nin içinde bile yokuşun merdivenin haddi hesabı yok. Bir de demezler mi, “akşam Budha günü dolayısıyla öğrenciler de stupa’nın oradaki törene katılacaklar”. Kutsal bir tören, denk geldiğim ve (hatta sadece izlemeyip) katılabildiğim için kendimi çok çok şanslı hissetmeliyim. Ama bu oradan oraya sekerek bir tırmanış ve bir iniş daha anlamına geliyor. Neyse grubun en arkasında oflaya poflaya çıktım, törenimizi yaptık.

Bembeyaz giyinmiş 15 batılının ellerinde çiçekler ve tütsülerle, ördek yavruları gibi keşişlerin peşinde stupa’yı 3 tur tavaf etmesi bence törenin en hit anıydı. Hatta buna eminim, çünkü en çok bizim fotoğrafımız çekildi. Ha bir de göz ucuyla görebildiğim kadarıyla sanırım Taylar bizi çok takdir ettiler, yoksa neden herkes bize bakıp gülüyor olsun ki?

Tabii herkes Budha günü heyecanına daldığı için gece ışıkları yapmayı unutmuşlar. Zaten yolumu bilmiyorum, güneş de çoktan batmış… Tam da geçen yüzyılın Budistleri gibi stupanın dibine kıvrılıp yatsam mı diye düşünürken grubumuzdan Avustralyalı bir çocuk şaşkın halime pek acıyıp bana yol gösterdi (sadece IBC öğrencileri bembeyaz giyindiği için birbirimizi tanımamız pek zor olmuyor) ve babaanne hızımla IBC’ye indik.

O gece ne kadar şaşkın ve korkmuş görünüyordum bilmiyorum ama sonraki birkaç gün Avustralyalı çocuk (kursun konuşmama kurallarını çiğneyerek) gelip halimi hatırımı sorduğuna göre pek parlak değildim sanırım.

No comments:

Post a Comment