Wednesday, January 16, 2013

kararlılık oturumu - 1. gün


Oturumun ilk sabahı. Grupla birlikte 7de kahvaltımı ettim. Bundan sonra tüm yemekler odama gelecek. Duşumu yapıp her şeyimi hazırlayıp başlamak için bir buçuk saatim var.
Takip eden 3 gün boyunca yıkanamayacağımı bilince duş yapmak bile farklı oluyormuş…
Hocanın her gün için farklı uygulamalar vereceğini Pavel’den biliyorum. İlk gün 45 dakika yürüme, 45 dakika oturma meditasyon turları var. Yemek araları dışında oturumlar arası dinlenmeleri olabildiğince kısa tutmam ve gün içinde dışarı çıkmamam gerek. Geceleri herkes uyuduktan sonra oda çok soğuk olursa ya da uyku bastırırsa ana binadaki büyük meditasyon salonuna gidebilirmişim.

manastırdaki odam - oturumdan önceki düzgün hali
Duştan sonra yerleri süpürüyorum, battaniyelerden yürüme meditasyonları için bir podyum yapıyorum çünkü taş yerler çok soğuk, oturma meditasyonlarım için zaten en yumuşak minderleri günler önceden seçmişim. Minderlerin hemen yanına kronometremi, o günkü uygulamanın yazılı olduğu kağıdı ve George’un bana verdiği hediyeyi koyuyorum, onun dışında ilgimi dağıtabilecek her şeyi toparlayıp başka bir battaniyenin altına tıkıştırıyorum.

8:36da ilk yürüme meditasyonuma başlıyorum, kısa aralar vererek akşama kadar devam ediyorum. Herkesin yemekte ya da çantingde olduğu saatlerde ormanda biraz yürüyorum ya da bir bardak çay alıp yere oturup ağaçların tepelerine bakıyorum, çünkü içerdeyken gözlerim ya kapalı, ya da hep bir metre öteye bakıyor ve bir süre sonra bu yorucu oluyor.

Öğlen yemeğimi almak için kapıyı açtığımda Pavel’in bana bir baş karnabahar ve bir sürü taze fasulye bıraktığını görüyorum. Haftalardan sonra ilk defa çiğ sebze yiyebileceğim için inanılmaz mutlu oluyorum. (Ben de mandalinalardan bir kardan adam yapıp Rusça bir teşekkür notuyla Pavel’in kapısına bırakıyorum.) Akşama doğru da George pencereme motive edici kısa bir not mandallamış. Evet kimseyle konuşmuyorum ama sadece bir meditasyon kursunda yolumun kesiştiği insanlarla aramızda bu kadar derin bir bağ ve destek ağı oluşmuş olması beni çok etkiliyor.

Ancak hava karardıktan sonra her şey zorlaşmaya başlıyor. Uykudan başka bir şey düşünemez oluyorum. Gece 10 gibi gibi artık ne ayaktayken bacaklarımın titremesine ne de otururken belimin ağrımasına dayanamayıp saati kurup 15 dakika yatakta uzanma meditasyonu yapıyorum – ya da yaptığımı sanıp uyuyakalıyorum. Hangisi ayırt edemiyorum ama iyi ki saati kurmuşum, yoksa kesin uyur ve ancak sabaha uyanırdım. O kısa dinlenme beni gece 4 saat daha idare ediyor.

Gecenin 2sinde odamda yeri battaniyelerle kaplamış, ayaklarımda çift kat çorap ve başımdan ayak bileklerime kadar sarındığım başka bir battaniyenin içinde aynı 5 metreyi bir o yana bir bu yana yürüyüp sadece süre doldurmaya çalışıyorum. Karşı bloktakilerin horlaması geliyor arada, kıskanıyorum. Uykusuzluk nasıl bir paranoya yarattıysa hayvanlar bana saldıracak diye kapıdan dışarı burnumu uzatamıyorum bu yüzden de sıcak su alıp çay içemiyorum. Ve her ne yapıyorsam bunu 4 saat daha yapmaya devam etmem gerek, çünkü Phra B ile sabah 6:30da görüşeceğiz ve o bana bir sonraki günün programını verecek.

Gecenin en zor saatleri ve ben 45 dakika yürüme 45 dakika oturma meditasyon turlarıyla o 4 saati tamamlamalıyım… Zaten 12 saattir aynı şeyi yaptığım için tükenmiş durumdayım. Bazen adım atamıyorum çünkü bacaklarım çok titriyor, bir ayağımı yerden kaldırdığım an dengemi kaybediyorum. Bir sonraki adımı atacak gücü bulana kadar sadece ayakta duruyorum. O güç bazen 1 dakika bazen de sayamadığım kadar çok dakika sonra geliyor… O an zorlasam bacaklarım beni taşımayacak ve düşeceğim, bunu biliyorum. Otursam da bir daha asla kalkamayacağım.

Daha da ilerleyen saatlerde en kötü şey oluyor; şüphe. “3 gün uykusuzluk acaba sağlığıma zarar verecek mi, bu kadar bel ağrısı hiç hayırlı değil, kendimi bu kadar zorluyorum ama ya hiçbir şey olmazsa” gibi düşünceler gelmeye başlıyor. Şüphe her şeye düşman ve bedensel ağrılardan daha yıkıcı bunu çok iyi biliyorum. Şüphe beni vazgeçirmek için zihnin son ve en vurucu hamlesi…
Hocadan, teknikten ya da uygulamadan emin olmayarak ilerleme kaydetmek mümkün değil. İlerlemeyince de zihin kendi başına buyruk, oradan oraya atlayan ve hiç susmayan hayatına devam edebilecek. Oysa ben onunla işbirliği yapmak istiyorum ve bu da iki taraftan da fedakarlık gerektiriyor. Zihin fedakarlığı hiç sevmiyor aksine gittikçe daha da yerinde duramaz, daldan dala konar hale gelmek istiyor. Bu durumu neredeyse hemen fark edebildiğime ve şüphe duyan zihnimi gözlemleyebildiğime göre bir yerlerde bir şeyler gelişiyor olsa gerek. Vazgeçebilirdim, taa aylar sonra fark edip “tüh, zihnim bana oyun oynamış” diyebilirdim, oysa zihnimde olanları neredeyse hemen fark ediyorum. Saatlerden sonra ilk defa bu bana kendimi çok iyi hissettiriyor ve o noktada her şey değişmeye başlıyor.

Saat 5e yaklaşırken mucizevi bir şekilde uykum da açılmaya başlıyor. “Yeter” diyecek kararlılığı da buluyorum kendimde. Hava karardığından beri bir şeylerden mutsuz olup meditasyon yapıyormuş gibi yapıp aslında göz ucuyla saati kontrol edip süre doldurmaya çalışıyormuşum.
Oysa belki bu hayatta bir kere karşıma çıkabilecek nefis bir fırsat, ne yaptığını bilen deneyimli bir hocanın gözetimindeyim. Kolay başlamadı (hatta ilk gece tahminimden çok zor geçti) ama sadece olumsuza, zorluklara, zayıflıklarıma odaklanarak harcamamalıyım bu fırsatı. Ağrıların, uykusuzluğun, paranoyanın ve soğuğun kurbanı gibi davranmak ve şikayet etmek harika çünkü o zaman bir şeyler ters giderse suçu üzerimden atabileceğim bir sürü durum var. Dizim ağrıdı oturamadım, çok üşüdüm uyuyakaldım gibi…

Bunu fark etmek bir gecemi aldı ve beni çok yordu fakat belki de ilk günün en önemli dersiydi. Bilinmeyen şeylere adım atarken bazen korkudan bazen belirsizlikten her şeyimizle kendimizi bırakamayız. Fazla temkinli olmak da o o deneyimden alabileceğimiz her şeyi almamızı engeller.
Yaz başında denize ilk defa girerken üşüme korkusuyla adım adım girenler en çok acı çekerler ve yüzmeye başlayabilmeleri çok zaman alır. Oysa iskeleden atlayanlar saniyeler içinde kulaç atmaya başlarlar.
Ben de gece boyu sadece ayak parmaklarımı denize sokmuşçasına meditasyon yapmışım ve ne tam içeride ne de dışarıda olmak beni çok yormuş. Kendimi bırakıp tam teslim olabildiğim noktada ise her şey değişti, 24 saatlik uykusuzluğa rağmen ilk defa güçlü ve iyi hissettim kendimi.

No comments:

Post a Comment