8 ay önceki son yazıdan devam etmeye kaç kere başladım, hiç birinde ikinci paragrafa bile geçemedim… Yazabilmek için tekrar Tayland'da olmam gerekiyormuş.
Nisan ortasında İstanbul'a geldiğimde planlar hiç beklemediğim bir yönde değiştiği için nerede kalacağıma, ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece hayatımda ilk defa kaygı beni gözüne far tutulmuş tavşan gibi dondurmak yerine, harekete geçirdi. Daha Bangkok'taki son günlerimde maille birkaç toplantı ve randevu ayarladım. Ne yapmak istediğimi biliyordum; KranioSakral terapiyi daha bilinir hale getirmek. İnsanların bedenlerine kimyasal ilaçları yüklemeden, kesilip biçilmeden de iyileşebilecekleri yollar olduğunu öğrenmeleri gerek.
İstanbul'a indiğimin ertesi günü toplantılar ve seans randevuları başladı… Ve ilk çalışmadığım gün ancak bundan 35 gün sonra oldu (O gün de annem Mersin'den İstanbula geldiği için ara verdim) Hiç durmadım, bazen bir hafta içinde 3 farklı şehirde, zaman, mekan gözetmeden çalıştım. Saymadım ama 8 ayda belki sadece 10 günüm boştu. Gece seanslarım bitti dediğimde de ancak gelen maille gelen sorulara cevap verdim. Saatlerce telefonda konuştum, soran herkese saatlerce KranioSakral terapi nedir anlattım.
Bazı yakın arkadaşlarımı geldikten anca 4 ay sonra görebildim, ama bu süreçte çoğu arkadaşımı ihmal ettim.
Amacım ne kadar çok çalıştığımı yorulduğumu tüm detaylarıyla anlatıp sızlanmak değil aslında… Hiç ummadığım bir noktada İstanbul'a gelip hiç hayal edemeyeceğim bir noktadan çıktım.
8 ay boyunca bana evini açan arkadaşlarımda kaldım. İstanbul'da (ve birazcık da Ankara'da) göçebe ve geçici yaşamak çok ilginçti. Bana evini açan ve yanlarında kalmasam da beni içtenlikle çağıran herkese çok minnet duyuyorum.
Göçebelik sayesinde; aidiyet duygusu, sahip olma dürtüsü, bağlanma korkusu, ihtiyaçlar ve istekler konularında çok şey öğrendim, ama bu öğrenme süreci her zaman çok güzel ve rahattı diyemem.
2 kere İstiklal Caddesi'nde telefonum çalındı. İstanbul'a artık yerleşmeliyim, sabit bir adresim olsun diye çok gaza geldiğim dönemde de bir emlakçıya para kaptırdım… Bu olaylar beni çok etkiledi. İnsanların iyiliği için çalışır bir sürü gönüllü iş yaparken, yalan söylemez kimseyi kandırmazken ve zaten param azıcıkken neden bunların başıma geldiğini anlamlandırabilmem çok zaman aldı… Şimdi geriye dönüp bakınca bunlar aslında hayatta aldığım en önemli dersler arasındaymış, ve iyi insan olmakla falan hiç ilgisi yokmuş, onu farkediyorum.
Bişeyleri yalnız yaptığımda çok daha mutlu ve başarılı olduğumu çok zaman önce fark etmiştim, zaten herhalde o yüzden hiç takım çalışması, ekip ruhu gibi şeyler gerektiren işlerde olmadım… Ama bu sefer farklı kişi ve kurumlarla iş birliği yaptım. "Ben" demekten vazgeçmek zorladı, ama sonuçları çok iyi oldu.
Nerede ne zaman ne yaptım, detaylar çok önemli değil aslında. Yıllar önce tanıştığım Budist bir keşiş bana "Yağmur ormanlarında, manastırlarda yaşayıp da zihinsel dengeyi tutturmak kolaydır. Kendini gerçekten test etmek istiyorsan kalabalığın, suçun, dengesizliğin olduğu şehrine dönüp orada herşeyi olduğu gibi görüp yine de merkezinde kalabiliyorsan değiştiğini ve güçlendiğini ancak o zaman söyleyebilirsin" demişti. Haklı, hayat sıradan akışında giderken büyük iddialarda bulunmak kolay. Beklenmedik sorunlar çıktığında, beklenen şeyler gerçekleşmediğinde, öncelikler alt üst olunca insan yeni sınırlarıyla tanışıyor.
Ve belki de hayatımda ilk defa, destek alabileceğim ya da sırtımı yaslayabileceğim hiç bir şey yokken yepyeni bir şeye başladım. Sadece kendime güvenerek, bir şirket, sevgili, ortak, sermaye, takım arkadaşları, mentor, düzenli gelir, sağlık sigortası, … olmayan bir başlangıçtı. Hatta herşey ters giderse sığınabileceğim ya da dönebileceğim bir evim bile yoktu. Normalde kurban rolüne sığınıp da "aman nasıl beni ortada bıraktılar" diye söylenip suçu oraya buraya yüklemek için ideal ortam. Yapmadım, onun yerine çok çalıştım ve bu beni çok tatmin etti. Bu yönümü keşfetmek beni nasıl mutlu etti anlatamam.
Az önce de dediğim gibi hiç ummadığım bir noktada İstanbul'a gelip hiç hayal edemeyeceğim bir noktadan çıktım. Birkaç ay sonra hangi noktadan tekrar gireceğim hiç bilmiyorum ama işte bu sefer gerçekten hiç endişelenmiyorum… Çünkü dışardan çok bir beklentim yok, az biraz olumlu koşullar ve destekleyici dostlarım var olduğu sürece harekete geçince kalanı ben yapabiliyormuşum.
Chiang Rai, Beyaz Tapınağın bahçesinden |
İstanbul'a indiğimin ertesi günü toplantılar ve seans randevuları başladı… Ve ilk çalışmadığım gün ancak bundan 35 gün sonra oldu (O gün de annem Mersin'den İstanbula geldiği için ara verdim) Hiç durmadım, bazen bir hafta içinde 3 farklı şehirde, zaman, mekan gözetmeden çalıştım. Saymadım ama 8 ayda belki sadece 10 günüm boştu. Gece seanslarım bitti dediğimde de ancak gelen maille gelen sorulara cevap verdim. Saatlerce telefonda konuştum, soran herkese saatlerce KranioSakral terapi nedir anlattım.
Bazı yakın arkadaşlarımı geldikten anca 4 ay sonra görebildim, ama bu süreçte çoğu arkadaşımı ihmal ettim.
Amacım ne kadar çok çalıştığımı yorulduğumu tüm detaylarıyla anlatıp sızlanmak değil aslında… Hiç ummadığım bir noktada İstanbul'a gelip hiç hayal edemeyeceğim bir noktadan çıktım.
8 ay boyunca bana evini açan arkadaşlarımda kaldım. İstanbul'da (ve birazcık da Ankara'da) göçebe ve geçici yaşamak çok ilginçti. Bana evini açan ve yanlarında kalmasam da beni içtenlikle çağıran herkese çok minnet duyuyorum.
Göçebelik sayesinde; aidiyet duygusu, sahip olma dürtüsü, bağlanma korkusu, ihtiyaçlar ve istekler konularında çok şey öğrendim, ama bu öğrenme süreci her zaman çok güzel ve rahattı diyemem.
2 kere İstiklal Caddesi'nde telefonum çalındı. İstanbul'a artık yerleşmeliyim, sabit bir adresim olsun diye çok gaza geldiğim dönemde de bir emlakçıya para kaptırdım… Bu olaylar beni çok etkiledi. İnsanların iyiliği için çalışır bir sürü gönüllü iş yaparken, yalan söylemez kimseyi kandırmazken ve zaten param azıcıkken neden bunların başıma geldiğini anlamlandırabilmem çok zaman aldı… Şimdi geriye dönüp bakınca bunlar aslında hayatta aldığım en önemli dersler arasındaymış, ve iyi insan olmakla falan hiç ilgisi yokmuş, onu farkediyorum.
Chiang Rai, Beyaz Tapınağın bahçesinden |
Nerede ne zaman ne yaptım, detaylar çok önemli değil aslında. Yıllar önce tanıştığım Budist bir keşiş bana "Yağmur ormanlarında, manastırlarda yaşayıp da zihinsel dengeyi tutturmak kolaydır. Kendini gerçekten test etmek istiyorsan kalabalığın, suçun, dengesizliğin olduğu şehrine dönüp orada herşeyi olduğu gibi görüp yine de merkezinde kalabiliyorsan değiştiğini ve güçlendiğini ancak o zaman söyleyebilirsin" demişti. Haklı, hayat sıradan akışında giderken büyük iddialarda bulunmak kolay. Beklenmedik sorunlar çıktığında, beklenen şeyler gerçekleşmediğinde, öncelikler alt üst olunca insan yeni sınırlarıyla tanışıyor.
Ve belki de hayatımda ilk defa, destek alabileceğim ya da sırtımı yaslayabileceğim hiç bir şey yokken yepyeni bir şeye başladım. Sadece kendime güvenerek, bir şirket, sevgili, ortak, sermaye, takım arkadaşları, mentor, düzenli gelir, sağlık sigortası, … olmayan bir başlangıçtı. Hatta herşey ters giderse sığınabileceğim ya da dönebileceğim bir evim bile yoktu. Normalde kurban rolüne sığınıp da "aman nasıl beni ortada bıraktılar" diye söylenip suçu oraya buraya yüklemek için ideal ortam. Yapmadım, onun yerine çok çalıştım ve bu beni çok tatmin etti. Bu yönümü keşfetmek beni nasıl mutlu etti anlatamam.
Az önce de dediğim gibi hiç ummadığım bir noktada İstanbul'a gelip hiç hayal edemeyeceğim bir noktadan çıktım. Birkaç ay sonra hangi noktadan tekrar gireceğim hiç bilmiyorum ama işte bu sefer gerçekten hiç endişelenmiyorum… Çünkü dışardan çok bir beklentim yok, az biraz olumlu koşullar ve destekleyici dostlarım var olduğu sürece harekete geçince kalanı ben yapabiliyormuşum.
No comments:
Post a Comment